“Astana Formatında Yedinci Üçlü Zirve Toplantısı” kapsamında Türkiye-İran-Rusya üçlü zirvesi gerçekleştirildi.
Toplantının konuları çok çeşitli olmakla birlikte elbette Avrupa medyasının dikkatini en çok çeken konu, üçlü arasında imzalanan 70 milyar dolarlık ticari anlaşmalar oldu. Çünkü bu 70 milyar doların 40 milyarı Rusya’nın İran enerji sektörüne (petrol okuyunuz) yapacağı yatırımları içeriyor. Bu durumda da soğuk bir kış geçirme korkusu ile şimdiden titreyen Avrupa’nın bu konuyu öne çıkarması normal görülebilir. Ne de olsa anlaşmaları yapan İran Ulusal Petrol Şirketi NIOC ve Rus Gazprom dünya petrol rezervlerinin %30’una hükmediyor.
Toplantının ana fikrini “Bölge sorunları, bölge içinde çözülebilir ve bölge dışı ve özellikle de Amerika’nın buralara gelmesine lüzum yoktur.” olarak özetleyebiliriz.
Tabi bazıları daha dramatik bakıp Ankara-Tahran-Moskova’nın yeni bir stratejik ilişki oluşturup oluşturmadığını sorguladı, “Batı Karşıtı İttifak”, “Ambargoların Etrafından Dolaşanlar Grubu”, “Tek Kutuplu Dünya Bitti Mi?” başlıkları atıldı. “Neden bir Arap, Rus, Çin zirvesi yok?”, “İran ve Rusya Ankara ile Şam’ın arasını mı yapmaya çalışıyor?” soruları soruldu.
Bizim derdimiz ise belliydi. Suriye’nin kuzeyinde terör örgütleri ile mücadelemizin bir üst aşamaya çıkacağını (siz onu “kapsamlı bir operasyon başlatacağız” anlayın) bildirmek, oluşturulacak güvenli bölgeye ülkemizdeki Suriyeli sığınmacıları yerleştirmek. Kuşkusuz bunun için İran ve Rusya’nın iznine değil ama yardımına ihtiyacımız var. Nasıl bir yardım? Mesela biz bunları yaparken “gölge etmesinler” yeter.
Nitekim asıl gölgeyi kimin ettiğini Sayın Cumhurbaşkanımız bugün “Amerika, bir defa Fırat’ın doğusunu terk etmek durumunda. Astana sürecinden çıkan tespit bu. Buradan çıkacak bir netice Türkiye’nin de beklentisidir. Çünkü oradaki terör örgütlerini besleyen Amerika. Çekildiği anda veya bu terör örgütlerini beslemediği takdirde bizim işimiz kolaylaşacaktır.” diyerek açık ve net bir şekilde belirtti. Net olarak sınırdan 30 km içeriye kadar o alanda rejim, Rus, İran veya ABD bayrağı istemiyoruz.
Bilindiği gibi terör örgütü Suriye’nin her bölgesinde farklı bayrakla gezip, kendine saldıranları o bayrak sahiplerine saldırmış gibi gösterme çabasında. Bir bölgede rejim bayrağı ile bir başka bölgede Rus veya İran bayrağı ile dolaşabiliyor. Nasıl olsa renkli bez sıkıntısı yok. Ama siz onlara operasyon düzenlediğinizde bu ülkelere saldırmış gibi gösteriliyorsunuz. Elbette bu ülkeler kendilerine gerçekten saldırılıp saldırılmadığını biliyorlar ama sonuçta bu bir algı oyunu, bu ülkelerin imajı da riske giriyor. Terör örgütü de zaten buna oynuyor.
Zirvede alınan kararlar biraz genel olmakla birlikte bizim taleplerimize uygundu. Yayınlanan basın bildirisinin 4. Maddesi “Gayrimeşru özyönetim teşebbüsleri dâhil olmak üzere, terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler oluşturulmasına dair her türlü girişimi reddetmişler ve Suriye’nin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün yanı sıra komşu ülkelerin milli güvenliğini tehdit eden sınır ötesi saldırılar ve sızmalar dâhil olmak üzere ayrılıkçı gündemlere karşı durma kararlılıklarını vurgulamışlardır.” diyerek, adını koymadan PYD’nin sözüm ona DEAŞ karşıtlığından söz ediliyor, her ikisi de reddediliyordu. PYD’nin arkasında da kimin olduğunu, maaşların ve silahların kimden geldiğini biliyoruz.
Basın bildirisini terör örgütü de okuyor. Nitekim 3. Maddedeki “Terörün her tür ve biçimiyle mücadele etmek amacıyla birlikte çalışmaya devam etme kararlılıklarını dile getirmişlerdir. Sivil tesisleri hedef alan ve masum can kayıplarına neden olan saldırılar da dâhil olmak üzere, Suriye’nin çeşitli bölgelerindeki terör örgütlerinin ve bunlarla iltisaklı farklı isimler altındaki grupların artan varlık ve faaliyetlerini kınamışlardır.” Cümlesi, terör örgütünün aklına karpuz kabuğu düşürmüş olmalı ki zirvenin hemen ardından erişebildikleri ilk “sivil tesisleri hedef alıp, masum can kaybına neden oldular” ve suçu üzerimize attılar. Suriye’nin kuzeyinde anlamlı bir tesis kalmadığı için kollarının uzanabildiği Irak’ta, Duhok’un Zaho ilçesine bağlı tatil köyü (!) Pereh’i bombaladılar ve sekiz (ya da 9) sivili öldürdüler, 26 kişiyi de yaraladılar. Ölenler arasında bir yaşında bir çocuk da var. Tabi suçu bize attılar.
Yalan tuttu mu? Yabancı basından izlediğim kadarı ile çamur atıldı ve temizlemesi de zor. Zaten Irak yöneticileri de korkuluk olmadıklarını göstermek için sınırları içerisinde gerçekleşen bu olayı protesto edip Büyükelçimizi çağırdılar. E, herhalde Kandil’den emri verenleri çağıracak halleri yok.
Tahmin edeceğiniz gibi Türk ordusunun harekâtı yaklaştıkça bu tür provokasyonlar da artacak. Ama nedense biz bu algı operasyonlarını dünya çapında kıracak medya gücüne sahip değiliz…
Türkiye’nin Suriye’de yaptığı operasyonlar bir işgal gibi gösteriliyor ve Suriye’nin toprak bütünlüğüne önem veren Türkiye’nin kendisi ile çeliştiği iddia ediliyor. Oysa birincisi Türkiye Suriye’de bir dakika bile fazladan durmak istemiyor, ikincisi Suriye’nin toprak bütünlüğüne tehdit oluşturan Türkiye değil, bilakis burada kendi kafasına göre özerk yönetimler, kantonlar kuran PKK-PYD’dir.
Bu yazıyı yazdığım an itibarı ile bizim muhalefet zirveyi “icazet almak” olarak karalamaya çalışmakla meşguldü, umarım bir de kendi ülkelerini sivilleri vurmakla suçlayacak kadar izanlarını kaybetmezler. Ne de olsa Irak ve Suriye teskerelerini reddetmişlerdi.
Muhalefete hatırlatalım, bize çok da bayılmayan Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borell Türkiye’yi “küresel oyun kurucu” olarak tanımladı. Yok, altılı masa oyunları değil bu, küresel oyun.
Sahi ne oldu? Altılı masa nasıl gidiyor? Benim gördüğüm CHP eli bitirdi, okeye, pardon adaya dönüyor.
@kalemciler