Reşad Ekrem Koçu, “İstanbul Ansiklopedisi”nin “Beyazıt Meydanı” maddesinde; “Aksaray Meydanı ve Sultanahmet Meydanı ile birlikte İstanbul’un üç büyük meydanından biridir. Kemal-i ehemmiyet ile kaydedelim ki, İstanbul’un bu en eski ve en meşhur üç meydanı Avrupa şehirlerinin meşhur meydanları ile ölçülemeyecek kadar küçüktür” demektedir.
Roma döneminde İstanbul’un altı meydanı vardır. Ayasofya Camii önündeki Augustation, Çemberlitaş’ı merkez alan Forum Theodosius, günümüz Beyazıt Meydanı’nın bulunduğu yerdeki Forum Constantinus artık tarihe karışan Aksaray Meydanı’nın olduğu yerde Forum Bovis ve Cerrahpaşa’ya doğru uzanan Mese Caddesi üzerindeki Forum Arcadius. Philadelphion adıyla anılan altıncı meydanın bulunduğu yer hakkındaki bilgilerimiz ise tartışmalıdır. VI. yüzyıla ait kayıtlardan hâlâ kullanılmakta olduğunu bildiğimiz meydanda yer alan iki heykelin Latin İstilası sırasında sökülerek Venedik’e götürüldüğünü, bazı sütunların ise San Marco Katedrali’nin yapımında kullanıldığı düşünülmektedir.
Söz konusu altı meydandan günümüze ne yazık ki hiçbiri erişmez. Her ne kadar günlük konuşmalarda “Beyazıt Meydanı” ifadesi geçiyorsa da bugün burada bulunan alanı bir meydan olarak nitelemek mümkün değildir. Ferit Devellioğlu’nun “Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat”inde, “Meydan” sözcüğü “Geniş, açık, düz yer, alan” olarak açıklanıyor.
Beyazıt Meydanı, Guillaume Berggren, 1880
Kent dokusunda leke
1950’li yılların ortalarına kadar İstanbul’da üç meydan bulunmaktadır; Sultanahmet Meydanı, Beyazıt Meydanı ve Aksaray Meydanı. Ne yazık ki günümüze bu üç meydandan bir tek Sultanahmet Meydanı ulaşır. Ancak bu alana “Meydan” demek ne kadar mümkündür? Yapımına MS II. yüzyılda başlanan Hippodrom’un yarış alanı daha sonra bir meydana dönüşür ve günümüze kadar da bu özelliğini korur. Geçen yüz yıllardaki görüntüleri ile karşılaştırdığımızda bu alanın dikilen ve büyüyen ağaçlar nedeniyle meydan özelliğini kaybettiğini düşünüyorum. Çünkü yukarıda da belirttiğim gibi meydan; “Geniş, açık, düz yer, alan” için kullanılan bir isimdir, çok sayıda ağaçla çevresindeki yapıların görünmez hâle getirildiği bir alanı meydan olarak nitelemek doğru değildir. Bu tespitten de anlaşılacağı gibi suriçinde ne yazık ki meydan olarak nitelenecek bir alana sahip değiliz.
XX. yüzyılın başlarında şehrin var olan iki meydanı, Sultanahmet Meydanı ve Beyazıt Meydanı’nın yanı sıra büyük istimlakler sonucu yapılardan temizlenebilecek olan Eminönü için meydan projeleri hazırlatılır. XIX. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu yöneticilerinin gözünde Batı kültürünün ve estetiğinin doruğu olarak görülen Paris ve meydanları örnek alınarak geliştirilen bu projeleri, Paris Belediyesi mimarı Joseph-Antoine Bouvard hazırlar. Bouvard’ın hazırladığı projelerden İstanbul’a hiç gelmediği ve tümüyle kendisine gönderilen harita üzerinde bu düzenlemeleri yaptığı anlaşılmaktadır. Hazırladığı proje kent dokusu üzerine oturan büyük bir leke gibidir. Seraskeri Taht Kapısı’nın önündeki alan tümüyle boşaltılmakta, Beyazıt Camii dışındaki tüm yapılar yıkılmaktadır. Beyazıt Meydanı deniz seviyesinden yaklaşık 55-56 metre yüksekliktedir. Meydanın düz bir alan gibi düşünüldüğü ve bu doğrultuda düzenleme yapıldığı görülmektedir. Bu önerileri gördükçe “İstanbul’u Allah korumuş!” diye düşünürüm.
Beyazıt Meydanı Projesi, Joseph-Antoine Bouvard, 1900
Çiçek tarhı yerine havuz
Reşad Ekrem Koçu, “İstanbul Ansiklopedisi”nin “Beyazıt Meydanı” maddesinde; “Aksaray Meydanı ve Sultanahmet Meydanı ile birlikte İstanbul’un üç büyük meydanından biridir. Kemal-i ehemmiyet ile kaydedelim ki, İstanbul’un bu en eski ve en meşhur üç meydanı Avrupa şehirlerinin meşhur meydanları ile ölçülemeyecek kadar küçüktür” demektedir.
Bir dönem İstanbul’un simgesi olan Beyazıt Meydanı 1950’li yılların ortalarında gerek şehri yönetenlerin gerekse merkezî yönetimin kurbanı olur ve meydan niteliğini kaybeder. “Revue Technique d’Orient” dergisinin 1914 yılı Nisan ayı sayısında yayımlanan makalede Osmanlı sanatı için yeni bir dönemin başladığı müjdelenir. İlk düşünülen uygulama Beyazıt Meydanı için yapılacak bir düzenlemedir. 1890’lı yıllara ait fotoğraflarda daha önceleri toprak kaplı düz bir alan olan Beyazıt Meydanı’na bir dizi ağaç dikildiği, günümüzde İstanbul Üniversitesi’nin giriş kapısı olarak kullanılan bir dönem adı “Seraskeri Taht Kapısı” olan anıtsal kapıya doğru bir aks oluşturulduğu görülmektedir. 1914 yılında yayımlanan krokide ise bu kez ana giriş kapısının karşısına elips bir çiçek tarhı önerildiği ve çevrenin park alanı olarak düzenlendiği görülmektedir.
Cumhuriyet döneminde İstanbul’daki ilk düzenlemelerden biri de Beyazıt Meydanı’dır. Muhtemelen 1914 yılında hazırlanan kroki esas alınarak yapılan bu düzenlemede çiçek tarhı yerine bir havuz yapılır. Dönemin vali ve belediye başkanı Ali Haydar (Yuluğ) Bey’in yaptığı bir açıklamaya göre bu havuzdaki su aynı zamanda yangın söndürme çalışmalarında da kullanılacaktır. Sanırım burada bir havuz yapılmasının temel nedeni, imparatorluk döneminde çiçek tarhının ortasına bir aslan heykeli koyma düşüncesidir. Daha önce dinî kabuller nedeniyle karşı çıkılan bu heykelin tekrarı yöneticilerin gözünü korkutmuş olmalıdır. 1935 yılında meydana bir “İnkılap abidesi” yapılması gündeme gelir. Anıtın yapılacağı yer konusunda tartışmalar başlar. Bu yerlerden biri de Beyazıt Meydanı’dır. Ancak daha sonra Sultanahmet Meydanı’nda yapılmasına karar verilirse de bu abidenin yapımı gerçekleşmez.
Hürriyet Anıtı
1950’li yılların ortalarında anıt yapma hevesi yeniden canlanır. Meydanla ilgili olarak Sedad Hakkı Eldem tarafından hazırlanan proje, belediyece değiştirilerek 1957 yılında uygulanmaya başlanır. Uygulama yarım kalır ve ortaya çıkan sonuç kimseyi memnun etmez.
Beyazıt Meydanı, 1950
28 Nisan 1960 günü meydana gelen öğrenci hareketi ve onun devamında 27 Mayıs Darbesi’ne uzanan olayların başladığı yer olan Beyazıt Meydanı’nın adı değişir ve Hürriyet Meydanı olarak anılmaya başlanır. İhtilal sonrası şehrin yönetimini üstlenen askerî idare, perişan bir durumda olan Beyazıt Meydanı için Turgut Cansever’e proje hazırlatır. Yeni düzenleme ile birlikte meydana bir de “Hürriyet anıtı” yapılacaktır. Kısa süre sonra uygulamaya başlanırsa da ortaya çıkmaya başlayan duvarlar büyük bir infial doğurur ve hararetli tartışmalar başlar. Belediye bir an önce buradaki inşaatın bitirilmesini ister ve Turgut Cansever’i işten uzaklaştırır. Kimin, nasıl tamamladığı bilinmeyen bu yeni düzenleme üzerinden elli yılı aşkın zaman geçmesine karşın varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Anlaşılan odur ki bunca tartışmadan sonra kimse Beyazıt Meydanı’nı radikal bir şekilde düzenleme işine girişmeye teşebbüs etmez. Sütten ağzı yananlar bunca yıl sonra ayranı üfleyerek içmeyi bir yana bırakın ayranın yanına dahi yaklaşmayı düşünmezler. Böylece de bin yılların Forum Constantinus’u, yüz yılların Beyazıt Meydanı tarihe karışır ve İstanbul’un bir meydanı daha yok olur.