Standart bir insan beyninden çok daha farklı bir düşünce sistemine sahip olan akıl hastalarıyla sık sık temas eden doktor ve hemşirelerin başından geçenlere dair anlattıkları zamanla birçok şehir efsanesini de yarattı. Bu şehir efsaneleri arasında kuşkusuz en bilinenlerden biri de bir hemşirenin aktardığına göre kendini portakal suyu zanneden bir hastaydı. ‘Etrafa dökülmemek’ ya da ‘yanlışlıkla biri tarafından içilmemek’ için kıpırdamadan yatağında uzanıp tavanı seyreden bu hasta gecelerini uykusuz geçiriyordu. Ancak kendini portakal suyu zanneden hasta en şaşırtıcı vaka değildi. Adını tarihe yazdıran bir isim çok daha ilginç bir fikre inanıyordu.
Kral VI. Charles’ın taht giyme töreni
CAMDAN YAPILDIKLARINA İNANIYORLARDI
Kökeni 1960’lı yıllara dayanan ve günümüze kadar ulaşan bu hikâye, birçoklarına şehir efsanesi gibi gelse de aslında 14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar birçok insanın yaşadığı yanılsamayla örtüşüyordu. 14 ila 19’uncu yüzyıllarda yaşayan bazı insanlar vücutlarının bir kısmının veya tamamının camdan yapıldığına inandığını söylüyordu.
Bu yüzyıllara ait bazı tıbbî belgeler, hastaların kendilerini vazo veya sürahi gibi cam nesnelerden yapıldıklarına inandıkları vakaları barındırıyordu. Bu gizemli ve yaygın cam yanılgısının nedeni günümüzde hâlâ bilim insanları arasında tartışılıyor. Şaşkınlık verici cam sanrısının en belirgin vakası olarak ise adını tarih sahnesine yazdıran Fransa Kralı VI. Charles gösteriliyordu.
ÇOK GEÇMEDEN İLK İŞARETLER ORTAYA ÇIKMAYA BAŞLADI
Kral VI. Charles, 1380 yılında sadece 11 yaşındayken tahta çıktı. Tahta çıktığı sırada ülkesi Fransa ve İngiltere arasındaki ‘Yüz Yıl Savaşı’ devam ediyordu. Yetişkin olmadığı için devletin yönetimi dört amcasından oluşan bir heyete verilmişti. Kral VI. Charles ancak 21 yaşında Fransa devleti yönetimini üzerine alabildi. Tahta çıktığı ilk yıllarda gelecek vadeden, bürokrasiyi iyileştirmek ve yolsuzluğu azaltmak için reformlar düzenleyen bir kraldı.
Bu durum dönemin papaları siyasete karışana kadar devam etti. O dönemler biri Fransa’da biri ise İtalya’nın Roma şehrinde olmak üzere iki papa vardı. Bu iki papa, ‘gerçek papa’ olduklarını ispat etmek için kıyasıya bir rekabet halindeydi. Kral VI. Charles, Fransa’daki papayı Roma’ya papa olarak yollamaya karar verdi. Ancak bu siyasi hamleyi gerçekleştirmeden önce, 1392’de Kral VI. Charles’ın akıl sağlığını kaybettiğine dair ilk işaretler ortaya çıkmaya başlamıştı.
KURT OLDUĞUNU DÜŞÜNÜP HİZMETÇİLERİNİ KOVALADI
Bir anda sahip olduğu unvanı asla umursamamaya başlayan Kral VI. Charles, bunun yerine hapisten çıkan mahkûmları yakalamak gibi kişisel meselelere ağırlık vermeye başlamıştı. Bu dönemde bir keresinde bir mahkûmu kovalarken kendi süvarilerine saldırdı, hatta bazılarını kendi elleriyle öldürdü. Kraliyet ailesinin geri kalanı, bu kadar yüksek bir konumda olmanın onun için stresli olduğunu düşünüyordu. Kralın davranışlarını onun zihinsel sağlığının kötüye gittiğine dair belirtiler olarak görmek yerine başka sebepler arıyorlardı. Kral VI. Charles’ın zihinsel sağlığı, kral olduğunu hatta adının ne olduğunu unutacak kadar kötüleşmeye devam etti. İddialara göre beş ay boyunca banyo yapmayı, hatta kıyafetlerini değiştirmeyi dahi reddetti. Durumu kötüleşmeye devam ederken Kral VI. Charles kendini kurt zannedip kale içinde hizmetçileri ve muhafızları kovalamaya bile başlayacaktı.
Akıl sağlığını kaybeden Kral VI. Charles’ın muhafızlara saldırdığı anın resmedilmesi
TARİHÇİLERİN ONA ‘DELİ’ DEMESİNİN SEBEBİ…
En yakın arkadaşı olan ‘Kasap’ lakaplı Olivier V de Clisson’ı öldürmeye teşebbüs ettiğinde herkes Kral VI. Charles’ın akıl sağlığından iyice endişe etmeye başlamıştı. Ancak kralın tamamen delirdiğini insanlara düşündüren asıl şey, defalarca kez yere düşüp kendini yaralamasına rağmen birden kendisinin camdan yapıldığını düşünmesi oldu. Bu durum Kral VI. Charles’ın hayatının geri kalanında da aralıklı olarak devam edecekti ve bu hastalığından ötürü bazı tarihçiler ona ‘Deli Charles’ diyeceklerdi.
Kral, yere düştüğünde kırılmaması için hizmetçilerine her zaman zırh giydirirdi. İnsanların ona dokunmasına izin vermemesinin nedeni de buydu. Hizmetçileri onu zırhla giydirirken tenine tek bir parmakla bile değmemek zorundaydılar. Bu yanılsama Kral VI. Charles’ın herhangi bir savaş alanına adım atmasına da engel oldu. Yakın çevresindeki herkes onu zihinsel sorunlarıyla yüzleştirmek istese de Kral tarafından öldürtülmekten korkuyordu.
Takvimler 1422 yılını gösterdiğinde Kral VI. Charles, artık etrafındaki dünyayı, hatta Kraliyet ailesini bile tanıyamıyordu. Zihinsel sağlığı gün geçtikçe kötüye gitti ve çok geçmeden aynı yılın 21 Ekim’inde vefat etti. Kral VI. Charles, cam sanrısının en ünlü örneği olsa da yaşadığı yüzyılda açıklanamayan cam yanılgısından muzdarip olan pek çok akademisyen ve aristokrattan yalnızca biriydi.
‘ÖLÜ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜP KENDİNİ KESİYORDU’
Cam sanrılarına dair çok rapor, tarihi belgelerde kayıt altına alındı. Bu raporlarda kalçalarının camdan olduğuna inanan, bir yere oturmadan önce yastık koyan pek çok kişinin davranışları not edilmişti. 19. yüzyılda daha az yaygın hale gelen cam sanrısının son örneklerinden biri ise Bavyeralı I. Ludwig’in kızı Alexandra Amalie’ydi. Bavyera Prensesi Alexandra, 1840’lı yıllarda, çocukluğunda bir cam piyano yuttuğuna inanıyordu. Bu inancı yüzünden karşısına çıkan bir piyanoya zarar vermemek için çok dikkatli olması gerektiğini kendine sık sık hatırlatıyordu. 19. yüzyılda cam sanrısı vakaları oldukça nadir görülmeye başlanmış, 20’nci yüzyılda ise yalnızca birkaç vakaya rastlanmıştı. Bu vakalar daha öncekiler gibi yüksek profilli kişilerden oluşmuyordu.
Zamanın bilginleri ve bilim insanları bu vakalar için birçok teoride bulunsa da insanların kendilerini neden camdan yapıldığına inandıklarına dair söylenebilecek net bir kanıt yok. Klinik Psikolog Ayhan Altaş, Kral Charles’ın ve diğer vakalara ait görülen problemlerin, psikozlarda görülen sorunlar olduğunu söyledi. Çalıştığı psikiyatri kliniklerinin birinde, ölü olduğunu düşünen ve bunu kanıtlamak için sürekli kendini kesme eğiliminde bulunan bir vakayı örnek gösteren Altaş, psikolojik problemlerin oluşmasında kişinin psikolojik yapısının, genetiğinin ve çevresinin etkili olduğunu hatırlattı.
‘MANTIKSIZ GÖRÜNEN ŞEYLERİN BİR ANLAMI OLABİLİR’
Psikozlarda ve sanrılarda özellikle genetiğin çok etkili olduğuna değinen Klinik Psikolog Altaş, “Bu tarz problemlerde kişilerin yaşadığı olaylar sonrası mantık dışı gibi gözüken bir sorun oluşur. Fakat bu mantık dışı gibi gözüken sorunun bilinç dışında önemli bir anlamı olabilir” cümleleriyle konuya açıklık getirdi. Bunu bir örnekle açıklayan Altaş, sözlerine şöyle devam etti:
“Örneğin bazı vaka incelemelerinde fizyolojik olarak hiçbir sorun olmamasına rağmen bazı kişiler duyma ve görme sorunları yaşadıklarını söylemişlerdi. Yapılan psikolojik değerlendirme sonrası duyma sorunu yaşayan kişilerin aşırı derece rahatsız edecek şeyler duydukları ve görme sorunu olan kişilerin de aşırı rahatsız edici şeyler gördükleri sonucuna varılmıştı.”
‘SAVAŞ VE PANDEMİ DÖNEMLERİNDE KAYGILAR ARTIYOR’
Benzer vakaların mantık çerçevesinde değerlendirildiğinde anlamsız gibi görüldüğünü fakat aslında bilinç dışında anlamı olan konular olduğunun altını çizen Klinik Psikolog Altaş, “Yani bir kişi kendini camdan yapılmış olarak zannediyorsa kendi içinde bir mantığı vardır ancak günlük hayatta işlevsel konular değildir” ifadelerini kullandı. Kendini cam sanma sarılarının 14’üncü ve 16’ncı yüzyıllar arasında sıklıkla görülmesinin nedeninin artan kaygı bozuklukları olabileceğini söyleyen Altaş, yaşanılan pandemi, savaş gibi dönemlerin insanlardaki kaygı seviyesini artırdığına dikkat çekti. Altaş, “Pandemi döneminde kaygı bozuklukları çok fazla arttı. Özellikle ‘Korona olup öleceğim’ kaygısı ön plana çıktı hatta buna ‘koronafobi’ diyenler de oldu. Kral VI. Charles’ın yaşadığı dönem de savaşların daha çok yaşandığı bir dönem olduğu için savaşların getirdiği ölüm korkusu kişilerde kaygı bozukluğu veya travma sonrası stres bozukluğu gibi problemlerin yaygınlaşmasına neden olmuş olabilir. Tabii ki Kral’ın yaşadığı problem tek başına kaygı bozukluklarıyla açıklanabilecek bir durum değil” diye konuştu.